Bir kasım sabahıydı. Güneş normalin aksine bulutların arasından sakin sakin çıkmayı bekliyordu. Sanki çıkmamak istercesine bir hali vardı. Burak Gizem’in kapısına doğru yol almıştı. Bir yandan ağlamamak için zor tutuyor, bir yandan da Gizem’i ne kadar özleyeceğini düşünüyordu. Acaba, acaba gitmememiydi. Hayır, bu düşünceyi hemen kafasından sildi. Gitmesi gerekti. Gizem için…
Düşüncelere dalarak yürüyüşünü sürdürdü. Etrafa bakınmasa Gizem’in evini geçmiş olacaktı. Evin kapısına geldiğinde silkindi ve kapıyı çalmak için güç toplamaya çalıştı. Kapıya birkaç kere vurdu. Gizem uyanıktı. Hemen koşup kapıyı açtı. Her şeyden habersiz Burak’a sarıldı. Burak sanki Gizem’den nefret ediyormuş gibi kendini geri çekti. Gizem:
- Burak, iyi misin?
- …
Gizem sorusunu yineledi
- Burak canım iyi misin?
Burak dokunsan ağlayacak bir tavırla
— Gidiyorum Gizem, dedi. Gizem birden Burak’ın şaka yaptığını sandı, birden afalladı, donakaldı.
— Şakası bile korkunç, Burak.
Burak birkaç saniye susup düşündükten sonra:
- Şaka değil Gizem’im, ben gidiyorum…
Bu söz Gizem’i kalbinden hançerlemişçesine canını yandığını hissetti. Bunca yaşadıklarından sonra gidecekti Burak. Bunu Gizem’e yapamazdı.
- Hayır, hayır olamaz gidemezsin
Bana bunu yapamazsın bakışıyla baktığı anda Gizem’in gözlerinden 3–4 damla yaş süzülüverdi. Burak, Gizem’in gözlerinden süzülen yaşları gördükçe 1.000 kat daha kahroldu ve oradan uzaklaştı. Gizem, olduğu yere yığılarak bu güne kadar yaşadıklarını düşündü
Geçen kış Palandöken’e gittiklerinde Burak’la beraber dağın zirvesine çıkmaya karalıydılar. Burak hazırlıkları tamamladığı zaman Gizem aceleyle tırmanmaya başlamak istedi.
— Hadi Burak geç kalacağız hadi, diye diye Burak’ı acele ettiriyordu. Burak, aceleyle hazırladığı çantasına yardım için ararlında haberleşebilecekleri telsizlerden birini yanına alabilmişti.
— Tamam, hayatım, hazırız hadi gidelim.
Gizem, eline çikolata verilmiş küçük bir kız çocuğu gibi sevinçten havalara uçmuş.
— Sen bir tanesin aşkım, der demez yola koyulmuşlar. Dağın ilk 100 metresini teleferikle çıkmışlar. Onları götüren adama teşekkür ederek yola koyulmuşlar. Sonraki 100 metreyi de sorunsuz aşmışlar. Fakat 105. metrede yeni kar yağdığından üzeri örtülen “DİKKAT ÇIĞ TEHLİKESİ” yazılı tabelayı görmemişlerdi. Çığ tehlikesini unutarak:
— Ne kadar yolumuz kaldı, diyen Gizem üzerindeki büyük kar yığının ona doğru geldiğini fark etmemişti. Burak hava sıcaklığını tayin etmek için gökyüzünü bir güzel süzdü. Gökyüzüne bakarken tam Gizem’in üzerine doğru gelen çığı görerek Gizem’in üzerine kapaklandı. Gizem, durumdan habersiz Burak’a kızmaya hazırlanırken üzerini çığın kapadığını fark etti. Gizem iyi durumdaydı fakat Burak için aynı şey söylenemezdi. Üzerine çığla beraber sarkıtlarda düşmüştü. Bu sarkıtlardan biri Burak’ın kolunu sıyırmış bir diğeri ise bacağından sekerek pantolonunu yırtmıştı. Yalnız Burak’ın omzundan şiddetli bir şekilde kan geliyordu. Gizem’in üzerinde 2 kat atılabilir mont vardı. Gizem hemen montunun yumuşak yerini yırtarak Burak’ın omzuna tampon olarak kullandı. Üzerindeki kartları telaş içinde bir çırpıda geriye itti. Burak nefes alınca biraz kendine gelir gibi oldu. Yavaşça:
— Gizem, Gizem’im! Beni bırak sen git hayatını kurtar, dedi. Burak bu sözleri sarf ettiği anda Gizem:
— Burak, hayatım, ben seni ölürcesine sevdim, ha seninle ölmüşüm ha sensiz yaşamışım aynı şey benim için. Burak’ın konuşacak takati kalmamıştı, sadece Gizem’e sevgi dolu bakışlarla bakarak bayıldı. Gizem, aceleyle çantalarını karıştırdı. Sargı bezi, oksijenli su filan aramaya koyuldu. Ama Burak’ı acele ettirdiği için sargı bezi oksijenli su filan almayı unutmuşlardı. Sargı bezi bulamayınca telsizi aramaya başladı. Telaştan eli ayağına dolaşan Gizem ne yapacağını şaşırmış bir şekilde aramasını sürdürdü. Her yeri alt üst eden Gizem uzun uğraşları sonucunda telsizi buldu. Fakat telsizin yardım kulesi ile bağlantısı kesilmişti. Burak’ı acele ettirdiği için de başka telsiz yanlarına almamışlardı. Gizem, Burak’ı sıcak tutmak için çantasından battaniye çıkardı. Çaresizce ne yapacağını düşünürken Burak uyanır gibi oldu. Gizem heyecanlandı fakat Burak yeniden sessiz bir uykuya daldı. Gizem ne yapacağım diye düşünerek gökyüzüne bakınırken, gökyüzünde bir yardım helikopteri gördü. Hemen atılarak üzerine koyu renk bir örtü aldı ve boşluğa doğru koştu. Yardım ekibi ilk önce onları fark etmedi fakat yardımcı pilot bir karartı olduğunu görür. Hareket ettiğini fark edince bu karartının insan olduğu kanaatine varır. 10 dakika sonra Gizem ve Burak’ın yanlarına helikopteri indirirler. Hemen helikopterden bir sedye alarak Burak’ı sedyeye yatırırlar. Helikopter havalandığı anda Burak’ın gözkapakları hareketlenmiştir. Gizem Burak’ın ellerini sımsıkı tutarak yüzüne dayadı:
—Beni bırakıp gitme, dedi sessizce.
Burak’sa:
—Buna hiç niyetim yok dedi ve devamında gülümsedi.
Gizem, can suyunu almış taze bir çiçek gibi canlanıverdi. Burak’ın ellerini defalarca öptü.
O günleri ürpertiyle hatırladı Gizem. Korkuyordu. Çünkü Gizem Buraksız yapamazdı, bunu biliyordu. Burak’ın neden gideceğine bir anlam veremiyordu. Gizem nerede olduğunu bile unuturcasına düşünüyordu Burak’ı. Neden neden böyle bir şey yapacaktı ya da yapmışı? Gizem, Buraksız birkaç gün düşündü fakat yapamadı, onsuz bir saati hayal bile edemiyordu. Sonra nerede olduğunu 1 an hatırladı, hemen yerden doğruldu. İçeri geçmeyi düşündü ama yürüyecek takati kalmamıştı. Duvarlara zorla tutunarak ayağa kalktı, kapıya tutundu bir an düşeceğini sandı fakat yürüyemedi ki düşsün..
Kendini biraz daha zorladı, inatçıydı istediği yapardı Gizem, bu yüzden başardı.
İçeride ablası onu bekliyordu. Burağı görmüştü. Onların konuşmasına azda olsa kulak misafiri olmuştu. Gizemin ablası Seval
Buda benim yarıda kalmış romanım
roman niyetine başladığım kısa metin..